ROJAVA FAŞİZMİN BOĞAZINA TAKILAN BÜYÜK LOKMA!
Ortadoğu’da savaş politik dengeleri etkilediği gibi, emperyalistlerin ve egemen gerici güçlerin hesaplarını da bozan bir sonuç doğurmaya devam ediyor. Özellikle Türk hakim sınıflarının aktif ve saldırgan askeri politikası sürece yeni boyut katmaktadır. Sorunu vekalet savaşından her an doğrudan devletler arası savaşa dönüştürme olasılığını yükseltmektedir. Ancak işin bu noktaya taşınması için çelişkilerin henüz yeterince olgunlaşmadığını da tespit etmek mümkün. Zira Türk egemenlerinin defalarca uçaklar tarafından (Rus ve Suriye) bombalanmasına rağmen bunu yok sayması gerginliğin devletler boyutuna sıçraması için çelişkinin olgunlaşmadığını göstermektedir.
Ancak Türk hakim sınıfları Suriye politikasında odak noktasını Rojava’ya dikmiş durumda. Düne kadar bir bütün Suriye’deki sürecin şekillenmesinde kendisini en etkili aktör olarak konumlandıran ve buna uygun politika geliştiren Faşist diktatörlük şimdi Rojava üzerinden süreci örgütlemektedir. Aslında bu durum Türk hakim sınıflarının yönelim ve politikasının iflası anlamına gelmektedir. Ki Rojava meselesinde de “perşembenin gelişi için çarşambaya bakmak” yeterlidir. Rojava’da Kürtlerin kazanımına yönelik yok etmeyi ama olmuyorsa engellemeyi hesaplayan bir yönelim içindedir.
Bu eksende 2016 Ağustos’undan bugüne Suriye’ye yönelik askeri işgal gerçekleştirmektedir. Özellikle Sünni Arap bölgelerinde, İŞİD’in etkin olduğu alanlarda askeri operasyonlarını başlatarak kendisine Meşruluk yaratmaya çalışmıştır. Ki Emperyalist güçlerin onu sınırladığı konsepte budur zaten. Ötesi onun için şimdilik “kapı-duvardır”. Cerablusla başlayan ve El-Bab’a uzanan bir saldırı süreci yaşanmıştır. Ancak beklediği sürelerde istediği sonuçları elde edememiştir. Hem askeri yolla hem de “masa başında” İŞİD’i bu alanlardan çıkarması uzun sürmüştür. Zira İŞİD için kıyafet değiştirip bir süre beklemek sorun değildir. Şubat ayı itibariyle El-Bab’a girebilmiştir Türk egemen sınıfları. Ancak bu süre zarfında Suriye rejimi ve YPG önderliğindeki Demokratik Suriye Güçleri ciddi ilerlemeler kaydetmiştir. TC, Suriye’ye askerini sokmak için Rusya önderliğinde Esat Rejimine Halep’i hediye etmiştir. Ancak bununla sınırlı kalmamış Esat rejimi güneyden El-Bab ve Minbiçe kadar dayanmıştır. Demokratik Suriye Güçleri (SDG) ise Minbiç kazanımını tahkim etmiş ve Rakka operasyonunda ciddi ilerleme kaydetmiştir.
Ancak Türk hakim sınıfları El-Bab’ı ele geçirdikten sonra hem Irak hem de Rojava üzerinden Kürtlere yönelik yeni planlarını devreye sokmakta gecikmemiştir. El-Bab’tan sonra Tayyip Erdoğan’ın kah sıranın Rakka’da kah Menbiç’te olduğu yönlü açıklamaları kendi planını belirleyemeyecek kadar aciz olduğunu göstermektedir. Ancak aynı zamanda Kürt kazanımlarına saldırma heves ve isteğini de ifade etmektedir. Beyanlardaki git geller nihayet Rojava’da Menbiç’e yönelik saldırıların yoğunlaşmasını getirmiştir. SDG mevzilerini taciz edecek şekilde toplarıyla saldırmış, Azez bölgesinde aynı şekilde saldırılar gerçekleştirmiştir. Bu noktada bu hatta askeri üsler kurmuş, sevkiyat gerçekleştirerek hazırlıklarını derinleştirmiştir. Bu dar alan da işler oldukça karışıktır. Zira Menbiç’e Esat rejimi de ulaşmıştır. Türk devletinin saldırılarından hemen sonra SDG ve Esat arasında bir anlaşma yapılarak El-Bab ile sınır olan köyler Esat rejimine devredilmiştir. TSK destekli ÖSO güçlerinin SDG kazanımlarına yönelik saldırılarında ABD emperyalizminin ve Rus emperyalizminin icazeti olduğu kesindir. Zira ABD’ye rağmen TC’nin Kürt mevzilerine saldırması mümkün değildir. ABD hala Kürtleri daha fazla terbiye edecek ve kendi yönelimine daha güçlü bağlayacak hesaplar yapmaktadır. Bunun içinde TC’nin saldırılarına bir noktaya kadar izin vermektedir. Rusya açısından ise TC’nin varlığı daha işlevlidir. Menbiç’te yapılan anlaşma gibi kendisini garantör konumuna sokan bir konumlanış almaktadır. Türk hakim sınıfları bu dengeler içinde emperyalist güçlere ve Esat rejimine her türlü tavizi vererek “birazda olsa” ya da geciktire bilse dahi Kürtleri engelleme planları yapmaktadır. Türk devletinin tüm korkusu, kaygısı ve hesapları Kürtlerin kazanımlarına odaklanmıştır. Bu anlamda bütünlüklü Ortadoğu politikasında konsantrasyon kaybı yaşadığı ve tek yanlı bir şekilde planlamalar yaptığı görülmektedir. Bu ise onun yaşadığı korkuların başına gelebileceğin daha büyüğünü mayalamaktadır.
Kürt Düşmanlığı Faşizmin Ortadoğu Politikasını Tümüyle Berhava Ederken
Kürt düşmanlığı daha doğrusu Kürt Ulusal Özgürlük mücadelesine yönelik endişe ve kaygısı Irak Kürdistanındaki gelişmelerle de depreşmektedir. Şengal’de elde edilen kazanımlara da gözünü dikmiştir. Bu noktada Barzani ile kaygıları ortaklaşmaktadır. Musul’da ki gelişmelere paralel olarak Barzani gözünü Şengale dikmiş, esas tehlikenin azalmasına paralel olarak PKK’ye ve onun etkisine odaklanmaya başlamıştır. Barzaninin Türkiye ziyareti sonrası Peşmergelerin Şengal’de Kürt Özgürlük güçlerine saldırması tesadüf değildir. Kuşkusuz bu bir burukaji (kardeş kavgası) değildir. Ancak Kürt Hareketinin reflekslerini test etmeye, Kürtlerin vereceği tepkiyi almaya yönelik ufak çaplı bir girişimdir. Bunun Türk hakim sınıfları ile birlikte kotarılan bir taktik politikanın parçası olduğundan ise şüphe yoktur. Ancak Barzani’nin var olan siyasal iklimde ve koşullarda, Kürtler için ortaya çıkan tarihsel fırsatta TC’nin istek ve talebi doğrultusunda PKK ile savaşa tutuşması uzak ihtimaldir. Buna gücü yetmeyeceği gibi verili dengeler buna imkanda sunmamaktadır.
Son gelişmeler bağlamında TC’nin Menbiç’e yönelik bir operasyon yapması zor ihtimaldir. Ancak 9 Marta Putin ile Tayyip Erdoğan’ın yapacağı görüşme faşist diktatörlüğün hareket planını etkileyecektir. Halep’ten sonra hangi tavizlerin verileceğine bağlı olarak Rusların Menbiç’de TC’ye izin verme olasılığı vardır. Ancak bununla bitmemektedir. TC bir yandan da ABD’den izin almak zorundadır. Fakat tüm bunlar gerçekleşse bile onu daha tehlikeli bir şey beklemektedir. Rojava’da, Kürt güçleri ve SDG ile şimdiye kadar askeri işgali boyunca gerçekleştirmediği hakiki bir savaşa tutuşmak zorundadır. İşte TC açısından hesaba katılmayan burada gösterilecek direnişin kendisi açısından yaratacağı sıkıntıdır. Zira emperyalistler “hava desteği” olmaksızın Türk devleti ile Kürtlerin çatışmasına olanak sağlaya bilir. Böylece dayanacağı güçleri test etme ve her ikisini de zayıflatarak bir “kurtarıcı” ya da “aracı” rolüne soyuna bilir.
TC için bir başka rüya ise Rakkadır. Bu operasyon ise şimdilik hayal gibi görünmektedir. Bu noktada kat edilen mesafe ve TC’nin SDG şartı onu ciddi düzeyde devre dışı bırakmaktadır. Türk devleti şimdi yine bir kez daha Rojava ve Irak Kürdistanında hem saha da hem de masada elinden geleni arkasına koymayarak, tüm güçleri son raddesine kadar zorlayarak Kürt Ulusal Özgürlük mücadelesini ve kazanımlarını zorlamaktadır. Ancak elinden gelen pek bir şeyde olmayacağa benziyor. Nihayetinde Ağustos’tan bugüne başlattığı operasyonda yüzlerce ölü ve yaralısı, onlarca savaş aracının imhası ve SDG güçlerinin eline geçen zırhlı araçları ve tankları olmuştur. Verdiği tavizlerle elinde kala kala Rojava’nın bir süreliğine de olsa Kuzey hattından birleştirilmemesi olmuştur. Ancak bunun sürdürülebilirliği pek mümkün görünmektedir. Unutulmaması gerekir ki TC şu aşamada açık bir dille ifade edilmese de Rusya, İran ve Suriye rejimi ile stratejik bir düşmanlık hattındadır. Ve son tahlilde bu güçler tarafından işgalci görülmektedir. Türk devleti açısından devletler arası savaşa göze alacak bir işgal planı şimdilik ufukta görülmemektedir. Bu durum onun vadeli planlar yerine kısa vadeli hesaplara mahkum kılmaktadır. Bu kısa vadeli hesap ise Kürtlere odaklıdır.
Var olan saldırıların bir ayağı da Kürt Ulusal Özgürlük mücadelesinin zayıflatılmasını içermektedir. Türk hakim sınıfları hala “barış ve uzlaşma” seçeneğini tümüyle devre dışı bırakmış değildir. Ancak Kürtlerin her cepheden zayıflatılması, kuşatılarak güçten düşürülmesi için var gücüyle çalışmaktadır. Mümkünse yok etme politikası vardır. Fakat bunun olmasının verili dengelerde ve ilişkilerde imkansızlığını bildiği için zayıf düşmüş bir Kürt Ulusal hareketinin karşısına alma isteği söz konusudur. Fakat bugüne kadar özellikle Rojava ayağında bunun pek yolunda gitmediğini belirtmek gerekir. İçerde baskı, yok etme, zindan politikasıyla belli sonuçlar üretmiştir. Ancak bununda geçici olacağı, var olan sessizliğin Kürtler açısından uzun süremeyeceği açıktır. Sokakları, meydanları susturmanın acımasız katliamlar yapmanın, milletvekillerinin ve tüm muhalif kesimlerin zindana atılmasının özellikle Kürt meselesinde ciddi sonuçlar elde etmesi kısa vadede mümkün değildir. Ancak Rojava’daki kazanımlarla ve ilerlemeyle T.Kürdistanındaki son bir yıllık mücadele düzeyinin eş güdümlü gitmediği açıktır. Türk hakim sınıflarının bu eksende daha cüretli planlar, hamaset dolu mide bulandırıcı şovenizmle saldırılarına güç kattığı açıktır. Fakat bu planların diz çöktürme noktasına taşınması imkansıza yakındır. Özellikle Ortadoğu’daki gelişmeler ve evdeki hesabın çarşıya uymayan durumu hakim sınıfları zorlamakta, ciddi siyasal krizlere sürüklemektedir. Bu siyasal krizin ise durulması bir yana daha da derinleşeceğini söylemek mümkündür. Bu noktada sıkışmışlığın ve açmazların boyutuna göre Kürt politikasına yeni biçim verme arayışı da kendisini gösterecektir. Özellikle Kürt Ulusal Özgürlük hareketinin hala barış ve uzlaşma da “kararlı” duruşu faşist diktatörlüğün elini rahatlatan bir faktör olduğunu da belirtmekte fayda var.
Marco Karakaya
03.03.2017