
İŞİD’i Rakka’dan çıkarmak için Kasım 2016’da başlatılan Fırat’ın Gazabı Hamlesi’nin 2. kısmı devam ederken, Demokratik Suriye Güçleri(DSG) temsilcileri, ABD ve Türk hükümeti sözcüleri birbirinden farklı açıklamalarda bulundular. Tarafların açıklamaları birbirleri ile çok çelişmese de bu açıklamalar Rakka Operasyonu’nun net olmayan birçok yönünü ortaya çıkardı. Rakka Operasyonu bağlamında; Rusya ve Suriye hükümetinin tavrı, Türkiye’nin dâhil olup olmaması, YPG öncülüğündeki DSG güçleri ve Rojava Peşmergelerinin durumu hakkında ise henüz bir uzlaşma sağlanamadı.
Operasyona dair İMPNews’in sorularını yanıtlayan Gazeteci Yazar Faik Bulut, operasyonun hemen başlamayacağını, ABD’nin Suriye’deki yeni planının henüz belirlenmediğini, Rusya’nın ise, Suriye’deki askeri ve siyasi çözümün anahtarını elinde tuttuğunu söyledi. Bulut, “Geminin birinci kaptanı Rusya Devlet Başkanı Putin’dir. ABD Başkanı Trump ise kaptan yardımcısı olma gayretinde. Kamara ve geminin güvertesindeki mürettebatın yerleri belli değil. Mesela ABD, şimdilik DSG’yi Rakka için esas müttefik seçti ancak Türkiye’yi nereye ve nasıl oturtacağını düşünmeyi, bu konuda Türk yetkililerle” görüşmelerini sürdürdüğünü söyledi.
-YPG Komutanı Sipan Hemo, yaptığı açıklamada, kent merkezine düzenlenecek operasyonun Nisan başında başlayacağını söyledi. Öte yandan Demokratik Suriye Güçleri (DSG) Sözcüsü Sêx Ehmed, Rakka çevresinde kontrolü tamamen ele geçirdiklerini açıkladı. Fakat benzer operasyonların ve açıklamaların daha öncede yapıldığını lakin doğrudan Rakka’ya yönelik bir atılımın olmadığını biliyoruz. Rakka Operasyonu ne zaman, kimler tarafından gerçekleştirilecek?
Bu yönde açıklamalar daha evvelde yapıldı ama sanırım hemen başlamaz. Çünkü ABD’nin Suriye’deki yeni planı belirlenebilmiş değil. Deyim yerindeyse Rusya, Suriye’deki askeri ve siyasi çözüm sürecinin anahtarını elde tutuyor. Yani geminin birinci kaptanı Rusya Devlet Başkanı Putin’dir. ABD Başkanı Trump ise kaptan yardımcısı olma gayretinde. Kamara ve geminin güvertesindeki mürettebatın yerleri belli değil. Mesela ABD, şimdilik DSG’yi Rakka için esas müttefik seçti ancak Türkiye’yi de nereye ve nasıl oturtacağını düşünmeyi, bu konuda Türk yetkililerle görüşmeyi sürdürüyor.
ABD, daha önce Suriye başkanı Beşar Esat’ı devirmeyi veya teslim almayı planlamıştı. Bu senaryo tutmayınca, ikinci planı devreye sokmaya başlıyor. Suriye topraklarındaki asker sayısını artırmak ve Rakka Operasyonu gerekçesiyle, Suriye’de uzun süre kalmak. Söz gelimi Rusya ile oradaki paylaşım hesabını iyi yapmak ve bu arada İsrail’in talebi doğrultusunda İran ile Hizbullah askeri birimlerini çekilmeye mecbur etmek. Bu nedenle, Rakka Operasyonu planının derhal hayata geçirilmesi kısa bir süre için ertelendi. DSG güçlerine de, bu yönde telkinde bulundu. Dikkat edilirse DSG, Rakka’nın uzak ve yakın çevresindeki mintikaları peşi sıra alıyor ve tahkimat yapıyor. Ancak esas hedefe henüz yaklaşmıyor.
Putin, yabancı diplomatlarla buluşması sırasında önceki gün Türkiye ile Suriye konusunda tamama yakın bir mutabakata vardığını, daha titiz bir ifadeyle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya’nın hazırladığı Astana anlaşması çerçevesinde hareket ettiğini açıkladı. Fakat bir Rus gazetesinin iddiasına göre; Erdoğan Putin’le görüşmesinden Rojava Kurdlerine (PYD ve DSG) yönelik askeri faaliyetleri konusunda istediğini elde edemedi. Aynı gazete, ince mizahı bir üslupla, “herhalde Erdoğan sadece soğan ve karnabahar için sözleşme yapmaya gelmemişti” diye yazmıştı.
Türkiye bununla da yetinmedi. Muhtemelen KDP ile ittifak halinde, Roj Peşmergelerinin bir an önce Rojava bölgesine Şengal üzerinden geçmesine ve Suriye-Irak sınır kesimini denetim altına almasına çalışıyor. Dahası var, Urfa’da topladığı 50 kadar irili ufaklı Arap aşiret reisi ve şahsiyetini, başta PYD ve DSG olmak üzere Suriye’deki Rusya, İran ve Hizbullah güçlerine karşı silahlı bir cephe haline getirmeyi düşünüyor. En azından, bu aşiret reislerinin yaptığı basın açıklaması, AKP hükümetinin bu gizli niyetinin bir ifadesi olarak anlaşılmalıdır. Tabii, Suudi Arabistan ve Katar, Türkiye’nin bu tür hareketlerine siyasi ve askeri düzlemde destekliyorlar.
Bir Lübnan gazetesinin haberine göre; Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye’nin Rojava’daki askeri faaliyetlerinin önünü kesebilmek amacıyla yöredeki Arap aşiretlerinin DSG arasında ittifak yapılması için girişimde bulunmuştu. Bundan önce de DSG, 60 kadar Arap aşiretiyle Rakka operasyonu için ittifak yapmıştı.
Son olarak, Halep’in kuzeyinde, muhtemelen Türkiye ve Özgür Suriye Ordusu’nun askeri denetimi altındaki bölgelerde (Cerablus, Mare, vs.) Kurd Selamet Cephesi (KSC) adıyla bir örgüt kuruldu. Bu örgüt, liderinin açıklamasına bakılırsa; hedeflerinden biri de PYD ve PKK. Aynı KSC, Türkiye ve Barzani liderliğindeki KDP’den destek aldığını açıkça söylüyor.
PYD’ye bağlı asayiş güçleri, bütün bu karşıt faaliyetlere tepki olarak, son üç gün içinde KDP destekli Suriyeli Kurd muhaliflerinin çatı örgütüne (ENSK) ait 16 büroyu Derika Hemo ve Girke Legê bölgelerinde kapatmış; bazı sorumluları gözaltına almışlar.
Erteleme için coğrafik bir engel daha var; İŞİD, Teşrin (Ekim) barajının sularını boşaltırsa, yakın köy ve kasabalar tufan altında boğulup giderler. Türkiye, Rojava’ya giden GAP sularını kesiyor. Şu ve sulama sıkıntısı var. Suyu kesen, aynı zamanda suyu hacminden fazla açar ki, Rojava bölgeleri sular altında kalsın. Onun için sivilleri bölgeden çıkarmak zaman alabilir. Özetle; her tarafın kendince tamamlanmamış eksiği var; cephe gerisinde yaşanan sorunları var. Ertelemeyi buna da bağlamak lazım.
-Türkiye’nin Rakka Operasyonu’na YPG güçlerinin katılımına ilişkin itirazına ABD nasıl tepki verir?
Türkiye’nin sözlü tepkileri zaten başında yayınlanıyor. Fakat ABD ve Rusya’nın, Türk silahlı birimlerini operasyondan uzak tutma veya operasyona katacaklarsa da asker sayısını asgari seviyede bırakma girişimlerine yönelik Türk resmi tepkisi çok sert değil. Tepkisi şöyle özetlenebilir, “PYD’yi alma, sonra pişman olursunuz. Bizi operasyona katarsan daha hayırlı olur.” Yukarıda örneklerini sunduğumuz iki olaydan yola çıkarsak (Urfa’daki aşiret toplantısı ve Afrin çevresindeki KSC oluşumu) Türk yetkililer, bir yandan ABD ile Rusya arasında gidip gelerek, deyim yerindeyse piyasayı kızıştırmaya bakıyorlar. Öte yandan, bağlantı halinde oldukları silahlı muhalifleri, koz olarak kullanıp masadaki yerlerini almaya veya korumaya bakıyorlar. Bu arada Rojava’da muhtemel bir Kurd-Kurd ve Suriyeli Arap muhaliflerle DSG/Kurd hatta Arap-Arap (iki karşıt tarafa ayrılan Arap aşiretleri) arasında çatışması yaratma gayretindeler. ABD ve Rusya izin vermedikçe Türkiye’nin kuzeyden Kobanê’den girip Rakka’dan çıkması imkânsıza yakın bir durumdur. Bunu Menbiç’e girmek isteyen TSK ile OSO birimlerine karşı dikilen Amerika ve Rus askerleri örneğinde görmüş olduk.
-Rakka, Türkiye’siz kurtarılabilir mi?
Rakka, TSK olmadan da kurtarılır. Fakat “Türkiye olmadan olmaz” sözü, aslında bir siyasi taktik ve pazarlama tekniğidir. Zira Rakka, her durumda kurtarılabilir. Öyle olmasaydı ABD ile Rusya, Ankara’nın önünü çoktan açmış olurlardı. Musul’a giren Peşmerge güçleri, Irak Ordusu ve Hasdi Sabi milisleri böyle bir operasyonun zor olmadığını gösterdi. Kimi Türk yetkililer, “biz olmadan Musul’un kurtarılması zordur, imkânsizdir” iddiasındaydılar. Demek ki TSK olmadan da Musul kurtarılabiliyormuş. Meselenin öteki yüzünde şu var; Türkiye’nin niyeti gerçekten Rakka’nın İŞİD’den temizlenmesinden çok, Kobanê ve Cezire bölgelerindeki Kurd siyasını hareketini ve DSG güçlerini yenip, kendi denetimini kurmaktır. Bir zamanlar “Kurd koridorunu kapatmamız şart” diyen yetkililer, bunun ters tepki yaptığını görünce, “PKK-PYD terör örgütünün koridorunu kapatıp bölücü bir devlet kurulmasını önlemek” deyiverdiler.
-Bazı kaynaklar Türkiye’nin Rakka Operasyonu’na dâhil olup olmayacağının 16 Nisan’da yapılacak referandum sonrasında belli olacağını ifade ediyor, siz ne düşünüyorsunuz?
Her durumda Amerikan yönetimi kendi içinde netleşmiş ve kesin bir karara varabilmiş değil. Trump kadrosunun istediği ideal durum şudur; Cephenin bir yanında Türk ordusu, diğer yanında Kurdler ve DSG olsun. Amerikalılar askeri uzmanlar da eşgüdüm sağlasınlar. Bu pazarlık, ABD ile Türkiye arasında henüz devam ediyor ama Türk yetkililer, kendi şartlarını kabul ettirmekte fazlaca ısrarlılar. Bu şartlar makul değil, zira “önce Kurdun anası ağlasın!” deyişine uygun bir tutumu benimsiyorlar. ABD, bunu makul görmüyor. Amerikan yönetimi, Suriye’de, ikinci planına göre, tam tamına ne yapacağına karar vermemiş. Rusya ile uzlaşma on planda fakat ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Rusya ile uzlaşarak daha fazla taviz vermekten yana değil. Uzlaşma olmazsa, çatışmada ısrarcı olan bir Türkiye, Amerikan yönetimine ilaç gibi gelebilir.
16 Nisan referandum sonuçları da bir hesap işidir. ABD, “hayır” oylarının çok çıkacağı bir referandumun sonucunda belki de AKP Hükümeti’ne kendi şartlarını daha kolay kabul ettirir. “Evet” oyları fazla çıkarsa bu durumda, Ankara yönetimi pazarlığını daha sıkı tutmaya bakar. Bunlar birer ihtimaldir. Gelişme ve şartlara göre her an değişebilir, kendi zıddına da dönüşebilirler.
-Türkiye’nin Rakka Operasyonu’na Rojava Peşmergeleri üzerinden dâhil olacağı söyleniyor bu mümkün mü?
Şimdilik belli bir düzeyde, Rojava Peşmergelerinin katılımına izin verilebilir. Ya cephe gerisini tutmak; mesela Rakka ile Musul arasındaki İŞİD militanlarının geliş-gidişlerini engellemek, onlarla çatışmak gibi geri mevzilerde kalmaları sağlanabilir. Yahut DSG ile PYD’nin merkezlerinden uzak bazı bölgelerde devriye göreviyle görevlendirilebilirler. Bilebildiğim kadarıyla Amerikalı yetkililerin telkin ve tavsiyeleri bu yöndedir. Ama KDP-PKK çatışması (Şengal ve Maxmur) sonlandırılmazsa, Türkiye’nin de devreye girmesiyle her şey birbirine karışabilir. O zaman Rojava’da DSG-PYD ile Roj Peşmergeleri arasında Kurd-Kurd çatışması dallanıp budaklanabilir. Kesin konuşmuyorum, sadece bir ihtimal ve senaryodan söz ediyorum.
-Savunma Bakanı Fikri Işık, “ABD, YPG’yi Rusya’ya bırakmak istemiyor” dedi. Sahaya baktığımızda bu sözlerin bir karşılığı olduğu belli, siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir yere kadar doğru. Ama unutmayalım ki, Rusya, Suriye’deki krizin baş aktörü olarak Türkiye ile PKK/PYD, İsrail ile İran ve Hizbullah, ABD ile diğer güçleri maharetle idare eden bir siyaset izliyor. Dolayısıyla PYD’yi, kendisi ve Suriye’ye yakınlaştırabilen somut adımlar atabiliyor. Söz gelimi Menbiç çevresine askerlerini yerleştirmekle kalmadı; aynı zamanda kuşatılan Menbiç’in bazı köylerinin Suriye’nin denetimine girmesine arabuluculuk yaptı. Keza PYD ile Suriye yönetimi arasında bir çeşit özerklik görüşmesi başlattı. PYD için Moskova’da (Türkiye’nin itirazlarına rağmen) büro açtı ve kapatmadı. Birçok Kurd örgütünü, Moskova’daki konferansa davet ederek, siyasi geleceğe ilişkin tasavvurlarını tartıştırdı. Oysa ABD, Kurdlere henüz siyasi bir destek verebilmiş değil. Ayrıca PYD, iki devlet arasındaki dengeyi, elverdiğince iyi korumaya çabalıyor. Örneğin PYD baktı ki Amerikan yönetimi Menbiç konusunda Türk tehdidine göz yumuyor. Bunun üzerine Rusya’ya yanaşarak bazı yörelere Rus askerinin gelmesini sağladı.
-Son olarak yaşanan gelişmeler ve gerilimler göz önünü alındığında Türkiye’nin Suriye’deki dahlı nasıl sonuçlanır sizce?
Türkiyeli bazı yetkililerin, artık ne zaman neyi yapacakları önceden kestirilemez hale geldi. Günü kurtarmak ve iktidarda kalabilmek için her türlü macerayı deneyebilirler. Nitekim yukarıda verdiğim Türkiye destekli oluşumlar örneği, bu tür maceralara atılabileceğinin ön işaretleri sayılabilir. Dahası, Urfa’daki aşiret toplantısı ile Afrin bölgesindeki Kurd Selamet Cephesi, esasında Türkiye’nin Rusya ve İran’la çerçevesini çizip imza attıkları Astana Mutabakatı’na da aykırıdır. Zira AKP destekli her iki oluşum, PYD’nin dışında, Rusya, İran ve Suriye rejimini hedefleyen demeçler veriyorlar.
Ortada büyük sürprizler olmadığı takdirde; sanırım Türkiye’nin Suriye’deki dahlı, ülkede taraflar arasında geniş çaplı bir siyasi çözüm olana kadar devam eder. Aksi takdirde Türkiye, bölgede parmağı olan her devlet gibi olay ve gelişmelere taraf olmaktan kaçınmaz. Sözgelimi bir süre sonra Suriye ordusu, İran, Hizbullah ve Rusya birimleriyle beraber İdlip’e yönelik bir operasyon başlatabilirler. Oradaki El Nusra ve benzeri silahlı İslamcı grupların yenilmemesi yönünde Türkiye elinden gelen çabayı (en azından siyasi ve diplomatik) gösterir. Gayret göstermezse, bu örgütlerin, hedef alacakları yerlerden birisi de Türkiye’nin sınır bölgeleridir. Diyelim ki bu örgütler, tümüyle yenildiler; çekilecekleri ilk araziler, Türkiye’nin sınır bölgeleridir. Bu, başlı başına bir iç ve dış tehlike demektir. Bir üçüncü ihtimal; diyelim ki, sözü edilen silahlı gruplar İdlib’ten çekilip Türkiye ile OSO denetimi altındaki bölgelere sığındılar. Suriye, Rusya ve İran buna ne denli göz yumarlar? Savaşı veya operasyonu Cerablus yöresine taşırlarsa, bu kez Türkiye, hem Rusya, hem İran hem de Suriye ile karşı karşıya gelmez mi? Yahut Türkiye, adı geçen devletlerle bir anlaşma yaparak kuvvetlerini geri çekebilir. Yine de yetmez. Şimdiki durumda Türkiye, askeri denetim altına aldığı Cerablus, Mare gibi bölgeleri milis gücü sayılan OSO’ya bırakıyor. Oradaki kolluk kuvvetleri için Türkiye’deki kamplarda bulunan Suriyelileri, polis adayları olarak eğitip bölgeye gönderiyor. Diyelim ki Suriye, İdlib’i de aldı ve Cerablus önlerine dayandı. Türkiye, buyur mu edecek, yoksa başka türlü mü davranacak? Bir ihtimal daha var; Olur ya, Türk yetkililer, yeter ki DSG’nin ve Kurdlerin yüzü gülmesin kabilinden Suriye yönetimi ile anlaştılar. PYD’nin imhasına karşılık Türkiye’nin desteklediği Suriyeli muhaliflerin imhası konusunda sözbirliği sağlandı. Sonuç, yine çatışma ve yine Türkiye’nin müdahalesi olur.
Son ihtimal de şudur; referandumdaki evet ve hayır oylarından hangisinin yüksek çıkacağına bağlı olarak AKP hükümetinin tavrı olumlu veya olumsuz yönde gelişme gösterir. (A.O)