2 TEMMUZ SİVAS KATLİAMININ HESABI MAHŞERE KALMAYACAK!
Ortaçağ’da Katolik Kilisesi’nin koyduğu kurallara karşı gelenler veya şeytanla işbirliği yaptığından şüphelenilenler genellikle yakılarak öldürülürdü. “Suçlular” uzunca bir tahta parçasına bağlanır ve ayaklarının dibine yığılan odunlar ateşe verilirdi. Bu durumda idam mahkûmu aslında yanarak değil, daha çok ateşten çıkan duman yüzünden boğularak veya izleyicilerin attığı taşlar nedeniyle ölürdü. Bu “cezalandırma” Engizisyon mahkemelerinin aldığı kararlarla uygulamaya geçirilirdi.
Tarih 2 Temmuz 1993’ü gösterdiğinde Ortaçağın en karanlık yüzü Sivas’ta kendisini gösterdi.Pir Sultan Abdal şenlikleri için toplanacak olanlar günler öncesinden hedef haline getirildi. Resmi ya da gayri resmi faşist diktatörlüğün tüm kurumları bu etkinliği ve katılımcılarını tek taraflı olarak yargılamaya ve kesilecek cezanın ne olacağını belirlemeye mesai harcadı. MİT, Jitem ve tüm kontra yapılar arka planda örgütlemesini gerçekleştirdi bir yandan da. Alevi inancı kamuoyunun gözünde önce acımasızca yargılandı, teşhir edildi, Alevi olmayan geniş kitle karapropagandayla olgunlaştırılmaya çalışıldı. Özel olarak ise Sivas’ta Ortaçağ’a özgü olan kitlesel katılımlı ve kitlesel bir cezalandırma için koşullar “mükemmel” hale getirildi.
Ortaçağ’ın Katolik Kilisesine ölümüne bağlı inanan insan topluluğunun 2 Temmuz 1993 versiyonları Madımak otelinin önünde “İslami kurallara karşı gelme” ve “Şeytanla İşbirliği” yapıldığı gerekçesiyle toplanmaya başladı. Onlarca Aydın, sanatçı ve yazarın kaldığı Madımak oteli canlı yayında, polis ve jandarmanın denetimi altında, İtfaiye araçlarının su değil “benzin” takviyeleriyle “cezalandırma” rutieli başlatıldı.
33 Yazar, ozan, aydın ve iki otel çalışanı hunharca, vahşice, Ortaçağ’a rahmet okuturcasına katledildi. Yanarak, dumandan boğularak ve kurtulanlar taşla-sopayla linç edilmeye çalışılarak bir “ölüm” seremonisi tamamlandı.
2 Temmuz asla bir travma değildir. Alevi kimliğinin, yanan canlı bedenlerle tüm dünyaya ilan edilmesidir. Yanan her beden, Alevi toplumunda düne kadar sakladığı, söyleyemediği, köşede bucakta yaşadığı inancını sahiplenmede ve savunmada bir meşale işlevi gördü. Sivas, Alevilerde aşılmış bir eşik, mücadelede cesareti kuşandığı bir rol oynamıştır. Yüzlerce yıla dayanan baskı, zulüm, işkence, yok saymaya karşı Alevilerin yaşadığı son acı bir toplumsal infialle birlikte kimliğini özgürce yaşama mücadelesine hızla evrildi 2 Temmuz’da. Yüzlerce yılın sindirilmişliği ağır bir bedelle daha güçlü bir hak arayışı bilincine dönüştü Alevi toplumunda.
Sivas bir mağduriyet değildir. Faşist diktatörlüğün ezilen ulus, milliyet ve inançlara karşı gerekçesiz katletme sembolüdür. Sivas sadece Alevi kimliğine yönelik bir kıyım değildir. Faşist diktatörlüğün ezilenlere karşı amansız bir düşmanlığının kristalize olmuş, en vahşi biçimlerinden biridir. Aynı dönem içinde Kürt halkıda ulusal hak ve özgürlük talep ettiği için toplu kıyım ve imhaya tabi tutulmaktadır. Dönemin ruhu Faşizmin kesintisiz ve yoğun bir şekilde ezilenlere yönelik, toplumsal muhalefete yönelik yok etme, imha etme şeklindedir. Ancak ezilenler birbirlerinin mücadelesinden ilham alarak, etkilenerek hareket eder. Kürtlerin direnci alevileri, alevilerin direnci ise Kürtleri cesaretlendirmiştir. Faşist diktatörlük bu katliamlarla istediği sonucu alamamıştır. Elinde kalan daha dirençli bir Alevi toplumu, inancını daha meşru yaşama kavgasına tutuşmuş, örgütlenmenin zorunluluğunu bilince çıkarmış bir alevi toplumu olmuştur.
Dün olduğu gibi bugünde Faşist diktatörlük tüm baskı araçlarını ezilenlerin üstüne en pervasız biçimde sürmektedir. OHAL ile tüm ezilen, muhalefet eden kesim hedef haline getirilmektedir. Ülke koca bir yangın yerine dönüştürülmüş ve yaratılan dumanla tüm herkes boğulmaya, yok edilmeye çalışılmaktadır.
Bu genel tabloda alevilerde paylarını düşeni almaya devam etmektedir. Sivas’ta ki katliamcı, inkarcı ve vahşi anlayışın ruhu hala bugün varlığını korumaktadır. Cem evleri inanç alanları olarak kabul edilmemekte, Aleviler temel haklarından yoksun bırakılmakta, her fırsatta Alevi düşmanlığını körükleyen politikalar yaşama geçmektedir.
Faşist diktatörlük ezilenlerin her türlü demokratik hak ve özgürlük taleplerine düşmandır. Onun kuruluş felsefesi Türk-Sünni ideolojik temelli egemenliğe dayalıdır. Onun dışında var olana derin ve köklü bir düşmanlık söz konusudur. Bu yüzdendir ki Sünni inancınıda esaret zinciriyle devletin tekeline bağlamış ve tüm özgürlüğünü bu çerçeveye hapsetmiştir. Unutulmamalıdır ki özgür olmayan alevi inancı olmadan Sünni toplumsal kesimler özgür olmaz; özgürlüğüne kavuşmuş Kürtler olmadan Türkler özgürlüğüne kavuşamaz.
Bu sebepten çeşitli milliyet ve inançlardan oluşan Türkiye halkı faşist diktatörlüğün tüm temel hak ve özgürlüklere yönelik düşmanlığına yönelmelidir. Sivas’ta aleviler yakılırken Sünni toplumsal kesimler esir alınmakta, T.Kürdistanı’nda Kürtler katledilirken Türk ulusuna mensup halkımız zincire vurulmaktadır
Sivas katliamı hesabı sorulacak bir katliam olarak tarih sayfalarına girmiştir. Komünistler bu katliamın faillerinden hesap soracak eylemler yapmıştır. Ancak gerçek hesap yükseltilecek sınıf mücadelesinde, Alevi inancının hak ve özgürlüğünü savunmaktan ve gerçekleştirmekten geçmektedir. Şu bilinmelidir ki bu dava Mahşere kalmayacaktır. Ezilenlerin demokrasi, devrim mücadelesi Faşist diktatörlük için mahşer günü olacaktır ve mutlaka olacaktır.
SİVAS KATLİAMI İLK DEĞİL, SONDA OLMAYACAK!
SİVASIN HESABINI SORMAK İÇİN ÖRGÜTLENMEYE, MÜCADELEYE!
KAHROLSUN FAŞİST DİKTATÖRLÜK!
YAŞASIN EZİLEN SINIF, ULUS VE İNANÇLARIN DEMOKRASİ MÜCADELESİ!
AVRUPA PARTİZAN