Devrimci sanatçı Yılmaz Güney’in ölümünün 37. yılında Partizan’ında içinde yer aldığı kurumlar tarafından bu gün Paris’de bulunan mezarı başında anıldı.
Anma etkinliğine Başkan Gonzalo ve Yılmaz Güney şahsında yapılan saygı duruşu ile başlandı.
Başkan Gonzalo’nun ölümsüzlüğüne dair kısa bir konuşmadan sonra Yılmaz Güney’in 37. Ölüm Yıldönümüne dair kurumların ortak açıklaması gerçekleştirildi. Ardından müzik dinletisi yapılarak bitirildi.
Kurumlar adına yapılan açıklamanın tam metni:
“Devrimci sanatçı Yılmaz Güney’i unutmadık, unutmayacağız!
Bugün, toplandığımız Pere Lachaise Mezarlığı’nda 37 yıl önce 9 Eylül 1984’te aramızdan ayrılan devrimci sanatçı Yılmaz Güney’i anıyoruz.
Saygı ve özlemle andığımız Yılmaz Güney aramızdan ayrılırken, toplumsal mücadeleyi yürüttüğü ve yoğun emek verdiği sinema alanındaki eserleri ile duygu ve akıllarda derin bir iz bıraktı.
Yılmaz Güney, 1937 yılında, Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biri olarak Adana, Yenice’ de doğdu.
Güney, ilk ve orta öğrenimini Adana’da tamamladı. Orta öğrenimi döneminde harçlığını çıkarmak için yaptığı, bisikletiyle sinemalara film bobinleri taşımak ve film afişlerini sergileme işleriyle hayatını adayacağı sinemaya ilk adımını attı.
Yılmaz Güney’ in toplumsal sorunlara eğilimi erken yaşlarda başladı. Lisede okurken hikayeler yazmaya başlayan Güney, çıkardığı “Doruk” adlı sanat dergisinde yazdığı bir hikaye nedeniyle soruşturmaya uğradı.
Güney, 1956 senesinde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kayıt oldu. Bir yıl aradan sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne kayıt olsa da eğitimine devam edemedi. Güney, yaptığı bir açıklamada, eğitimine devam edememesini şu sözlerle aktarmıştı:
“1957 yılında İstanbul’a, İktisat Fakültesi’nde öğrenim görme hayalleriyle geldim. Fakat devam edemedim. 1955’ten beri süren takibat ve mahkeme sonuçlanmıştı ve ben başlangıçta 7 buçuk yıl ağır hapis ve 2 buçuk yıl sürgün cezasına çarptırıldım. Daha sonra temyiz mahkemesi kararı bozdu. Yeniden görülen mahkeme sonucu cezam 1 buçuk yıl ağır hapis ve altı ay sürgün cezasına çevrildi. Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığı ile eğitmekti. Öyle yaptım.”
Yılmaz Güney, hayatın okulu dediği yolda zorluklar karşısında eğilmeyerek, umutsuzluğa ve yılgınlığa düşmeyerek hep başı dik yürüdü.
Yılmaz Güney sinemamızda yeni ve devrimci bir soluktur
İstanbul’da eğitimine devam edemeyen Güney, sinemaya olan ilgisini sürdürdü ve tanınmış sinema yönetmeni Atıf Yılmaz ile tanışma fırsatı buldu. Güney, Atıf Yılmaz’ ın sunduğu desteği iyi ve başarılı bir şekilde değerlendirerek, Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı ‘Bu Vatanın Çocukları’ ve ‘Alageyik’ isimli filmlerin hem senaryosunu yazdı hem de filmlerde rol aldı. (1959)
Yılmaz Güney, bu filmlerin yanı sıra “Yeni Ufuklar” ve ‘’On Üç’’ adlı dergilerde de öyküler yazmaktaydı. Bu öykülerden birinde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılandı ve 1961 yılında bir buçuk yıl hapse mahkûm edildi.
Sinema onun için artık her şeydi; hapis cezasını çektikten sonra yoluna devam etti.
Güney’in yazdığı ve oynadığı ilk filmlerin teması macera havasında olsa da, ezilen Anadolu insanın isyanını konu etmesiyle sınıfsal öğe de taşıyordu. Güney, kendisinin yazdığı ve Ömer Lütfü Akad’ın yönettiği Hudutların Kanunu filmi ile daha fazla tanınırlığa ulaşarak, sinemamızın ” Çirkin Kral” ı olmuştu. Bu film ile 1967 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Erkek Oyuncu” seçildi.
Sinemamızın yereli aşarak dünyaca tanınmasında önemli bir yeri olan Yılmaz Güney, kendisini efsaneleştiren yüzü aşkın filmde yönetmen, senaryo yazarı ve oyuncu olarak yer alırken, yurt içi ve yurt dışında birçok ödül de aldı.
Yılmaz Güney’ in senaryosunu hapiste yazdığı “Sürü” filmi, yönetmen Zeki Ökten tarafından beyaz perdeye aktarıldı. Yine, senaryosunu yazdığı, ” Yol” filminin
yönetmenliğini ise Şerif Gören’in üstlenmişti. 1981 yapımı “Yol” filmi, 1982’de Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” ödülünü Costa Cavras’ ın” Kayıp” filmi ile paylaşmıştı.
( Yılmaz Güney’den sonra “Kış Uykusu ” filmi ile Altın Palmiye ödülü kazan yönetmen Nuri Bilge Ceylan, ödülü alırken, “Yalnız ve güzel ülkem Türkiye’ye” diyerek Yılmaz Güney’e ithaf etmişti.)
Yılmaz Güney’in devrimci kişiliği, sanatının ayrılmaz bir parçasıydı ve bu nedenle hapishane onun en uğrak yerlerinden olmuştu.
Hapis ve sürgün yıllarında giderek daha politik filimlere yönelen Güney’ e göre, toplumcu sanatçı, yaşadığı toplumun içinde bulunduğu çalkantıları, umutları, acıları, coşkuları sanatının hamuruyla yoğurarak anlatabilmeliydi. Güney, bir sanatçı olarak güçlü sezgi ve duyarlığına, yeteneğini katabilmiştir.
Sanatçının niteliğini pratiğinin belirleyeceğine vurgu yapan Güney, sanat ve kültürde, yaratıcı çalışmanın kaynağını
halkta ve halkın devrimci mücadelesinde görür ve bunu şöyle şekilde ifade etmiştir: ” “Devrimci sanat kaynağını halktan alır, ürünlerini halka götürür. Karşılıklı etkileme ve etkilenme süreci içerisinde halk sanatın… Sanat da halkın gelişmesine yardımcı olur”
Devrimci sanatçı Güney, sadece toplumun objektif tanımlanması, sadece eleştirel gerçekliğin de yeterli olmayacağını belirterek: “Devrimci sanat, toplumun gelişen güçlerinin sanatıdır, bu güçlerin gelişmesini ve mücadelesini sergilerken, aynı zamanda yol gösterici olmalı, fakat kuru slogancılığa düşülmemelidir, işi basite indirgememelidir” der.
O yalnızca halkın bir sanatçısı değil, aynı zamanda halkın bir savaşçısı idi.
Devrimci sanatçı Yılmaz Güney’in şahsında bu uğurda mücadelede yitirdiklerimizi saygıyla ve özlemle anıyoruz.”
AHM Paris