Trump’ın Seçilmesi, ABD’de Faşizmin Gerçek Bir Tehlike Haline Gelişi ve Avrupa’da Sağa Savrulma üzerine
Donald Trump’ın iktidara getirilmesi ve ABD’ye faşist bir rejimin dayatılması tüm dünya halkları ve gezegenimizin kendisi için görülmemiş bir tehdit oluşturuyor. Trump’un “Amerika’yı yeniden büyük yapacağız” sözünü vermesi dünya halklarına ABD emperyalizminin uzun yıllardır dayattığı tüm dehşetin yepyeni bir düzeye yükseleceğinin duyurulmasıdır. Trump, beyazların üstünlüğünün baş savunucusudur, siyah halka karşı polis vahşetinin yok saymaktadır, milyonlarca göçmeni sınırdışı etmekle tehdit etmektedir, kadınları en saldırgan biçimde aşağılamaktadır, işkenceyi savunmaktadır, nükleer silahları kullanma tehdidini sergilemektedir ve iklim değişikliğinin bir sahtekârlık olduğunu öne sürmektedir… Trump, dünya tarihindeki en güçlü emperyalist ülkenin başına geçirilen bir faşisttir ve nükleer tetik eline verilmiştir.
Trump rejiminin ortaya koyduğu tehlikeleri küçümsemek büyük bir hata olacaktır. ABD emperyalizmi, sayısız dehşetten sorumlu bir küresel sistemin önde gelen merkezidir: İmparatorluk için sonu gelmez savaşlar yürütmüştür; yerkürenin dört bucağında en acımasız gerici rejimleri desteklemiştir; kar için dünya üzerinde milyonlarca insanın yaşamını mahvetmiştir; gezegenimizin kaynaklarını yağmalamıştır ve tüm dünyada en gerici değerleri desteklemiştir. Tüm bunlar hiç fark etmeksizin hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi partinin yönetimleri altında yapılmıştır. ABD’nin tüm hakim sınıfları, bu uzun süreli suçların her birinin sorumluluğunu taşımaktadır.
Buna karşın Trump ve atamalarını yapmakta olduğu ekibi ABD emperyalizminin en uç görünümlerinden birini ortaya koymaktadır: Onlar, kapitalist diktatörlüğün emperyalizmin suçlarını daha önce görülmedik düzeylere yükseltmeye kararlı bir faşist biçimini dayatmayı amaçlamaktadırlar. “İnsanlık Adına, Faşist Bir Amerika’yı Kabul Etmeyi Reddediyoruz” açıklamasının ortaya koyduğu gibi:
“Faşizm ciddi bir şeydir. Faşizm, yabancı düşmanı milliyetçiliği, ırkçılığı ve ‘geleneksel değerlerin’ saldırgan biçimde yeniden kurulmasını savunur ve bunlardan beslenir. Faşizm bir hareket oluşturmak ve iktidara gelmek için zorbalığı kullanma tehdidiyle yürür ve bunu teşvik eder. Faşizm bir kere iktidara geldi mi geleneksel demokratik hakları ortadan kaldırır. Faşizm muhataplarına saldırır, onları hapse tıkar, öldürür ve ‘azınlıklara’ karşı zorba çetelerin saldırganlığını kullanır. Nazi Almanya’sında Hitler rejimi altında 1930’lu ve 40’lı yıllarda faşizm bunların hepsini uygulamaya koymuştur. Onlar, milyonlarca insanı toplama kamplarına tıkmış ve milyonlarca Yahudi, Roman (Çingene) halkları ve diğer ‘istenmeyenleri’ katletmişlerdir. Ve Hitler neredeyse bütün bunların tümünü var olan kurumları kullanarak ‘hukukun üstünlüğü’ altında yapmıştır. Gidilen yer budur.” (www.revcom.us).
Trump rejimin, ABD emperyalist devletinin dizginleri üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırırsa, bunun dünyanın tümü için ağır sonuçları olacaktır. Bu sadece var olan faşist hareketlere verdiği ve vereceği güçlü itmeyle sınırlı değildir. Trump’ın zaferi, Fransa’da Marine LePen, Hollanda’da Gert Wilders, Macaristan’da Orban ve Almanya’da, “Almanya için Alternatif” kuruluşundaki Naziliği yeniden canlandırmaya çalışanlara çoktan kaz adımlarıyla daha hızlı bir yürüyüş temposu kazandırmıştır. Bunların yanı sıra sağdaki ve soldaki “geleneksel” gerici partiler gidişe ayak uydurmak için koşuşturmaktadır.
Berlin’de ve Avrupa’nın Başkentlerinde Eskinin Hayaletleri Saklandıkları Gölgelerden Çıkıp Sokaklara Dökülmektedir…
Trump ve iktidara yürümek için üzerine bindiği hareket nasıl ABD emperyalizminin bağrında yıllardır büyütülmüşse Avrupa’daki faşist hareketlerde aynı şekilde kotarılmaktadır. Son birkaç yıla kadar onlar yönetimin çeperlerinde sıralarını beklemekteydiler. İngiltere’nin AB’den çıkışıyla ve şimdi de Trump ile yönetimin dizginlerini ele geçirmek için ileri atılmaktadırlar. Bu hareketler farklı Avrupa ülkelerinde özgül eğilimlere ve yapılara sahip olsalar da (yani Nazilerin ülkesinde faşistlerin büründüğü ‘Almanya için Alternatif’ gibi biçimler, Fransa ya da Hollanda’daki faşistlerden kaçınılmaz olarak farklı olsa da) aynı şarkıyı farklı tonlarda söylemektedirler: İkinci Dünya Savaşı sonrasının burjuva liberal-demokratik yönetimlerinin yerine, saldırgan yabancı düşmanlığı, göçmenlere saldırı, geleneksel demokratik hakları ortadan kaldıran kapitalist diktatörlüğün en sağcı biçimleri, kendi sancaklarını içi kof ulusal söylemlerle yükseltmeyi geçirecekledir. Bunların tüm girişimlerinin erkek egemenliğini pekiştirmenin ve kadına boyun eğdirmenin en zorba yöntemlerini izlemeleri çok çarpıcıdır.
Bu gelişmeler, Batı emperyalizminin kendi yönetim biçimlerinin karşılaştığı derin krizi yansıtmaktadır ve uzun yıllar sömürülerini ve sınıf hâkimiyetlerini gizlemek ve haklı çıkartmak için kullandıkları birleştirici siyasi ideolojileri olan burjuva demokrasisinin iç bütünlüğünü yitirdiğini ve lime lime olduğunu sergilemektedir. Bu çerçevede, gerici ulusal çıkarlarını çıplak güç ve zorbalığa dayanan daha saldırgan ve dayatmacı biçimlerde yürüten aşırı biçimleri benimsemeleri için güçlü itici güçler vardır.
Bu gidişi gemlemek için Avrupa’nın sosyal demokrat güçlerini yeniden canlandırmaya çalışmanın, yasal ya da parlamenter manevralara dayanmaya çabalamanın getireceği bir sonuç yoktur. Böyle bir yaklaşım, bu güçlerin ve egemen sınıfların sağdaki ve soldaki geleneksel partilerinin yıllar ve nesiller boyunca süren yönetiminin emperyalist sistemi bugün karşımızda duran duruma getirdiğini anlamamak demektir. Fransa’da Francois Hollande’ın Sosyalist Partisi, Almanya’da Angela Merkel’in Hıristiyan Demokratik Birlik partisi, ve Britanya’da Tony Blair’in İşçi Partisi ile David Cameron’un Muhafazakar Partisi gibi ana-akımın partilerinin hükümetleri kendi ülkelerinde ve ülkeleri dışında devası suçlar işlediler. Sermaye vantuzlu kollarını dünyanın dört bucağına uzatırken onlar emperyalist küreselleşmenin daha önce örneği görülmemiş bir dalgasını yürüttüler; Orta Doğuşu paramparça eden savaşları başlattılar; İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş toplumsal güvenlik ağlarını parçaladılar ve ülkelerinde yoksulluk ve eşitsizliği körüklediler. Faşist tehdide karşı durmada bu ana akım güçlere güvenmek ya da sağdan yükselen dalgayı bastırmada bu seferki ya da bir sonraki seçimlerin bir çare olacağını yanılgısını pekiştirmek günümüzün gerçek tehditlerine karşı de en canlı biçimde savaşması gereken halkı silahsızlandırmaktan ve yönünü şaşırtmaktan başka sonuç vermez… Ve bu kaçınılmaz olarak gerici sağa kaymayı kabullenmeye, onun utangaç savunucusu olmaya ve sonunda işbirlikçisi haline gelmeye varır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası düzendeki istikrar dönemi bitmiş, yerine tüm dünyada ekonomik, siyasi ve toplumsal büyük altüstlüklerin olacağı bir dönem gelmiştir. Bu, dünyanın büyük bir bölümünde insanların yerlerinden edilmesi ve perişan hale düşürülmesiyle kendini göstermiştir ve günümüzde Avrupa’da ve ABD’de faşist hareketlerin yükselmesini körükleyen İslami Köktenciliğin yükselmesinin zeminini hazırlamıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın temel direklerinden biri (öncülleri ile birlikte) Avrupa Birliği olmuştur ve bugün bu yapı dağılma tehdidiyle karşı karşıyadır. Bugüne kadar Avrupa’daki emperyalistler kendi çıkarlarını kollamak ve çelişkilerini yönetmeyi AB sayesinde başarmışlardır. Ancak Ab yapısı ve projesi son dönemde gittikçe artan büyük basınçlar ve gerginliklerle karşı karşıya gelmiştir. Yükselen güçlü kuvvetler ve toplumsal hareketler, Britanya’nın AB’den ayrılması gibi yollarla AB yapılarından kurtulurlarsa çıkarlarını daha iyi savunabileceklerini öne sürmektedir. Avrupa projesinin Fransa-Almanya ekseni, yükselen aşırı milliyetçi hareketler tarafından her iki uçundan birden kemirilmektedir. Trump’ın seçilmesi ve onun ABD egemenliğinin yeniden kurmaya yönelik gündemi, bu milliyetçi gündemleri güçlendirmekte, ABD ve diğer güçler ile olan rekabeti keskinleştirmektedir. Faşist hareketler, tüm Avrupa’daki ana akım siyasi güçleri de içine alan sağa kaymanın sivri ucudur.
Şu anda gereken, ana akım partilerin ve özellikle sosyal demokratların faşistleri gemleyeceği gibi iktidarsız fantezilerle uğraşmak değildir; bunlar boş beklentilerdir, daha da kötüsü direnişi, tekrardan bugünkü duruma neden olan aynı çerçevenin içine hapsetmeye yarar. Seçimlerden sonra Obama, Trump ile olan ilişkisi hakkında, “Biz her şeyden önce Amerikalıyız. Biz her şeyden önce vatanseverleriz.” derken önemli bir gerçeği dile getiriyordu: İkisi de hem kendisi hem de Trump, ABD emperyalizminin çıkarlarını, insanlığın çıkarlarından üstün tutmaktadırlar. Ya da Hillary Clinton’un Trump’un “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapalım” sloganına karşı kendi tercihi olan “Amerika Her Zaman Büyüktür” sloganını nasıl ortaya sürdüğünü bakın. Hayır, Amerika asla büyük değildi: Amerika kölelik, soykırım ve savaş ile kurulmuştu ve emperyalist vatanseverliği Trump ile yarışmada ya da Avrupa’daki faşistlerle rekabet için kullanmaya çalışmak, bu suçları maruz göstermeye çalışan gerici düşünce tarzını güçlendirmekten başka sonuç vermez ve aynı canavarların bir kere daha mezarlarından çıkmasına neden olur.
Günümüzdeki durumun kilit unsurlarından biri İslami köktenciliğin yükselişidir ve bir yanda emperyalistler, öte yanda İslami köktenciler arasındaki kanlı çarpışmaların artışıdır. Üçüncü dünyanın büyük bir bölümünün sömürülmesi, acımasızca baskı altında tutulması ve toplumsal gelişmenin önünün kesilmesi, Batının siyasi ve kültürel baskınlığına karşı bir meydan okumaya neden olmuştur. Ama bu meydan okuma çirkin ve gerici bir dünya görüşüyle ve kapitalist ve emperyalist dünya düzenine karşı tutarlı bir alternatif içermeyen bir programla kendini göstermiştir. Bu kanlı ve gerici çatışma emperyalist ülkelerde faşizmin gelişmesini körüklemektedir, öte yandan Trump ve Avrupalı faşistler İslami köktenciliğin daha da büyümesine neden olacaklardır.
Emperyalist Avrupa’nın Orta Doğuda, özellikle Irak ve Suriye’te yaratılmasına yardımcı olduğu tahribat ile ilgili olarak neler yaptığına bakın. ABD öncülüğündeki emperyalistlerin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesi, bir tarafta Batılı emperyalistler öte tarafta çeşitli İslami köktenciler arasında yoğunlaşan bir savaşa neden oldu. Her iki tarafın suçları, toplumu onlar arasında daha da kutuplaştırdı, orta zemini yok etti ve Suriye’yi mahveden bir kan dökme çılgınlığına yol açtı: Savaşta yarım milyon Suriyeli öldü ve ülkenin 23 milyonluk nüfusunun yarısından fazlası yerinden yurdundan edildi. Milyonlarca sığınmacı Türkiye ve Ürdün’e kaçarken, yüz binlercesi canlarını kurtarmak için Akdeniz’in ötesine kaçtı. Peki, Avrupa’nın ana akım liderleri ne yaptılar? Kendi yarattıkları savaşın kurbanlarından Kale Avrupa’yı savunmak için Türkiye’nin Erdoğan’ı ile korkakça bir işbirliği yaparak duvarları yükseltmeye çalıştılar. Gittikçe umutsuzlaşan kaçış yolunu denedikleri için sadece bu yıl 4500 sığınmacı denizde boğulurken Merkel, Cameron, Hollande ve diğerleri masum seyirciler gibi uzaktan bakmakla yetindiler. Emperyalist ulusun dar çıkarlarını, umutsuz insanlığın çıkarlarının önüne koymak burada da Almanya için Alternatif, LePen ve Farage gibi kuduz milliyetçileri beslemekten başka bir işe yaramadı.
Faşistlerin içi kof ulusal slogancılığının ilerici Avrupa’yı önce çıkararak geriletilebileceğini sanmak, ulusalcılıktan Avrupacılığa geçişin nasılsa ufukları “genişleteceği” yanılsaması gibi bir yanılsamadır ve Avrupa’nın gerçekte neyi temsil ettiğini anlamamak demektir. Avrupa, dünyanın sömürgeleştirilmesinin ve bunun sonucu ortaya çıkan her şeyin, yani aralarında Yerli Amerikalıların soykırımı, köle ticareti, Afrika, Latin Amerika ve Asya’nın yağmalanması ve iki dünya savaşının olduğu tüm kötülüklerin doğum yeridir. Avrupa’nın ufukları, hala eski kıtanın baskı altındaki insanlığın büyük çoğunluğunun üzerinde artık ABD ile işbirliği içinde egemenlik kurmanın ufuklarıdır. Acilen gerekli olan, içi kof “ilk önce benim halkımın çıkarı” sözlerinin yerine gerçekten kurtuluş öngörüsü içeren bir savaş narasının almasıdır: İlk önce bütün dünyanın çıkarı!
Sarılmanın Olanaklı ve Zorunlu Olduğu Fırsatlar
Faşizme doğru yoğunlaşan bu gidiş, genel olarak Batılı toplumları parçalayan büyük bir çelişkiyi yansıtmaktadır; bu toplumların nesiller boyunca yönetilmesini karakterize eden meşrulaştırıcı normlar paramparça olmakta ve Trump ve benzerleri tarafından zorla yeni, çirkin ve çok daha gerici normlar dayatılmaktadır. ABD’de ve tüm dünya üzerinde insanlar bu gelişmelere karşı büyük bir nefret duygusu ve derin endişeyle tepki göstermektedir: ABD’deki seçim sonuçlarına karşı ayaklanmanın bir benzeri tarihte görülmemiştir. Ancak güçlü kuvvetler durumu normalleştirmeye çalışmaktadır; Yapabildiğimiz yerde Trump ile birlikte çalışırız, yapamadığımız yerde muhalefet ederiz diye konuşan Demokratik partinin liderlerinin kendileri de bunların arasındadır… Bu, “seçimi o kazandı” mantığı ile faşizme doğru gidişi normalleştirmek demektir.
Ne var ki özellikle Avrupa’da çok kişi seçimlerle iktidara gelen bir başka gücü hatırlamaktadır: Adolf Hitler’in Nazileri. Onun seçim zaferini istemeyerek de olsa kabul etmek yerine, çok daha büyük sayıda insan Hitler’in yükselişine uzlaşmaz bir muhalefet gösterseydi, onunla ve onun Nazi ekibi 1930’lu yıllar boyunca iktidar üzerindeki gücünü artırışı ile işbirliği yapmayı reddetseydi neler olurdu? Bugün gereken, faşizme doğru gerici kayışı normalmiş gibi göstermeye çalışan koca bir koronun önerdiği gibi Trump ve onun ekibiyle süregiden uzlaşmanın reddedilmesidir. Böyle çalkantılı zamanlarda, bu yükselen büyük tehlikenin insanları daha pasif bir çağın rutininden kopardığı zamanlarda, onlar bunların gerisinde gizli sistemin doğasını çok daha hızla öğrenebilirler ve bir devrim ile toplumun kökten yeniden örgütlemenin gereğini kavrayabilirler.
Bob Avakian, Almanya’da Hitler ve Nazilerin Weimar Cumhuriyetine (Nazilerden önceki burjuva demokrat, faşist olmayan rejime) karşı saldırılarından bazı sonuçlar çıkarmakta ve aşağıdaki tepkinin gösterilmesi gerektiğine işaret etmektedir:
“Yanıt, ‘Weimar Cumhuriyetini’ (burjuva demokrasisini, yani kapitalist diktatörlüğün ‘demokratik biçimini’ savunmak ya da korumakta değildir. Bu gerçek bir çözüm önermemektedir ve kesinlikle halk yığınlarının, insanlığın büyük çoğunluğunun çıkarına değildir. Ama biz, faşistlerin ‘Weimar Cumhuriyetini’, yani egemen sınıfın içindeki liberalleri, düşman kampta göstermeye başlamasını, onları vatan haini ilan etmeye varmalarını ve onları bu şekilde yıldırmaya çalışmalarını kavramalıyız ve buna gözlerimizi yummamalıyız. Bu neyin zeminini hazırlamaktadır, bunun sonuçları ne olacaktır? Bir kere daha belirtelim, burada önemli olan ve bizim amacımız Weimar Cumhuriyetini savunmak değildir, yani emperyalist egemen sınıfın “liberal” kesiminin kuyruğuna takılmak, onları desteklemek değildir. Tersine, bu saldırıların ve bu saldırıların temsil ettiği şeylerin tümünün ciddiyetini tümüyle kavramak ve onlara kökten farklı yollarla ve kökten farklı amaçlar için karşı durmaktır. Daha önceki yazı ve konuşmalarımda, toplumu ve ABD burjuvazisinin egemenliğini “birleştirici tutan merkez” denilen olgunun düğümlerini çözmek konusunu ele almıştım; bugün bunun çeşitli biçimlerdeki görünümleri önümüze serilmektedir. Vurgulamış olduğum gibi bunların tümünün kısa erimde hiçbir şekilde olumlu sonucu olmayacaktır. Komünistlerin rolü ve sorumluluğu bir kenarda durarak, gelişmeler kendi haline bırakılırsa var olan birleştirici merkezin ve kapitalist egemenlik biçiminin düğümlerinin çözülmesinden belki bir şekilde olumlu sonuç çıkar ve hatta böyle olumlu gelişmeler “kucağımıza düşüverir” diye beklemek değildir. Yeni kutuplaşmanın olağanüstü büyük zorluklarını göğüslemek zorundayız, bu devrim için yeniden kutuplaşmadır.
‘Weimar Cumhuriyetinin’ değiştirilmesi ve aşılması gerekmektedir. Burjuva cumhuriyet, kapitalizmin ve emperyalizmin burjuva demokratik biçimi, aslında baskıcı bir egemenlik sistemidir ve kökleri, cumhuriyetin kendisi de içinde olmak üzere tüm dünya üzerinde milyonlarca, tam deyimiyle milyarlarca insana muazzam ve gereksiz ıstıraplar getiren baskı ve sömürü süreçlerinin girift derinliklerindedir. Bunun değiştirilmesi ve aşılması gereklidir, ancak aynı sistemin daha açıktan cani ve daha kaba bir biçimiyle değil, kökten yeni bir toplumla, ve kökten farklı bir devlet biçimiyle değiştirilmesi gerekmektedir. Bu biçim, tüm dünya üzerinde baskıcı ve zorba yönetim biçimlerini, egemenlik kurma ve sömürme ilişkilerinin hepsini ortadan kaldırmanın yolunu açacak ve sonunda ortadan kaldıracak olan bir devlet olmalıdır.”
Avrupa’da ve ABD’de faşist güçlerin yükselişine karşı mutlaka mücadele etmeliyiz. Trump’un başa geçirilmesine karşı omuz omuza dururken, bu canavarca gelişmenin kaynağını ortaya sermemiz gerekmektedir: Trump, LePen, Almanya için Alternatif ve diğer faşistler bir sistemin sonucudur; bu sisten kapitalist emperyalizmdir ve bu sistem yerinde durduğu sürece onlar ve onlara benzer gericiler, konuştukları dil ne olursa olsun, daima bir tehdit oluşturacaktır. Bu fırtınanı tam göbeğine dalarken, çok sayıda insana, bu faşistleri üreten sistemin süpürülüp atılması gerektiğini ve tümüyle yeni ve kökten farklı bir düzenin, yani insanlığın komünist kurtuluşu yolunda devrimci bir toplumun kurulmasının gerektiğini ve bunun olanaklı olduğu öğrenmelerine yardımcı olmak zorundayız. Bu bakış açısıyla ve Trump rejiminin ABD halkı ve dünya halkları için temsil ettiği tehlikeleri kavrayarak Avrupa’da ve tüm dünya çapında ABD’de faşist rejimin kurulmasına ve Avrupa’da yoğunlaşan faşist tehdide yönelik gidişi durdurmayı amaçlayan yığınsal bir hareketin oluşturulması acil olarak gereklidir.
( Aktarma : Devrimci Komünist Manifesto Grubu-Subat 2017 )